Bu makalemi bir arkadaşımın geçen gün bana sorduğu iki soru üzerine bina etmek istiyorum. Bu sorulardan ilki, Neden Dünya’da ilk beşyüzde bir Türk markası yok? İkincisi ise, Türkiye’den ilk beşyüze marka girebilmesi için makro ve mikro anlamda neler yapılmalı?
Öncelikle dikkatinizi önemli birşeye çekmek istiyorum. Bu sorular, ülkemizde belirli bir kitlenin hala umutlu olduğunu ve Dünya liginde olmamız için sadece doğru stratejilerin belirlenip, uygulanması gerektiğine inanıyor.
Bu, bir sanayici ve bir vatandaş olarak beni gerçekten çok fazla mutlu etti ve hemen birkaç satırda görüşlerimi paylaşarak, bu konu hakkında makale yazacağımı ve kendisiyle paylaşacağımı ilettim.
İlk olarak durum tespiti yaparak başlayacak olursak ve eli de biraz yükseltirsek, başlıkta kullandığım cümle şimdilik sadece bir temenni. Ama inanırsak ve gereklerini de yerine getirirsek olmayacak bir temenni de değil. Acil yapılması gereken şey ise bakış açımızı değiştirmek. Özellikle bugünkü Arap sermayesinin yaptığını, geçmişte Batı sermayesi tarafından uygulanan hızlı tüketim ekonomisini görmek.
Geçmişte Batı sermayesi bize, siz uçak üretmeyin biz size çok daha ucuza satacağız diyip, hala stratejik değerini koruyan uçak üretimimizi durdurmuştu. Bugünse benzer şeyi farklı bir metodla Arap sermayesi yapıyor. Üretim politikamızı sadece inşaat sektörü, yiyecek-içecek ve petrol kaynaklı hızlı tüketim ticaretine evirerek, hızlı ve bol kredili yatırımlar yapıyorlar.
Gelin görün ki sonuç ortada; günübirlik ciddi kazançlar elde ediyorlar ama Dünya liginde bu kazançlara rağmen bir marka yok maalesef. Şimdi gelelim soruların yanıtlarına: ilk sorumuz, Neden Türkiye’de ilk beşyüzde bir Türk markası yok?
Marka olabilmenin ilk adımı, üretildiği ülke ve Dünya gerçeklerine uygun, ihtiyacı doğru belirlemiş, herkesin hayatına bir şekilde dokunacak; evinde, işyerinde, cebinde, çantasında, konakladığı veya seyahat ettiği herhangi bir yerde olması gereken bir ürün veya hizmet olması gerekir. Doğru tespit edilen ihtiyaca yönelik, kaliteli ürün veya hizmet üretmek uluslararası marka olabilmek için olmazsa olmaz, diğer aşamalara geçilmesi imkansız ilk adımlardır. Örnek olarak: Televizyon, telefon, otomobil, sosyal medya araçları vb. verebiliriz. Tabi artık bu sektörlerde marka olmak, çok büyük yenilikler olmadıkça imkansız…
İkinci adım ise, menşei olduğu ülkenin markanın arkasında durması: Yani uluslararası kabul görmeden bir markanın Dünya liginde olması imkansız olduğundan, bunun ikinci en önemli adımı üretildiği ülkenin markanın arkasında olması, Devlet ve Hükümet Politikasının buna uygun olmasıdır. Çok büyük birkaç örnek verecek olursak: ABD-Apple, Güney Kore-Samsung, Japonya-Sony vb. verebiliriz. Bu markaları herkes tanır, bilir ve kabul eder.
Bu adımlar tamamsa, Dünya liginde marka olunması için bir engel görünmüyor ve şimdi sıra ikinci soru olan, makro ve mikro ölçekte neler yapılması gerektiği olabillir. Makro ölçekte yapılması gereken ilk iş, ürün veya hizmetin doğduğu ülkenin üretim ve pazarlama altyapısının iyi belirlenmesidir.
Konuyu daha özelleştirip te esas konumuz olan, ülkemizde uluslararası bir marka nasıl çıkarırız dediğimizde: Türkiye, teknolojik altyapısı ve pazarlama kabiliyetleri açısından bir Amerika değil. Yani biz çip üretip Dünya’ya satma hayali kurarsak, daha hammadde tedariği olan ilk etapta yolda kalırız. Ürettik diyelim, Dünya’da tekelleşmiş bu alana satmamız imkansızlaşabilir.
Bu kabulleri yaptıktan sonra, her platformda, özellikle üniversite seminerlerinde genç arkadaşlarımla paylaştığım:”Her teknoloji kendi ihtiyaçlarını yaratır” ilkesinden hareket ederek büyük ürün ve hizmetler üretebiliriz. Aynı zamanda ticari sırrım olan bu bakış açısı, eğer Devlet ve Hükümet Politikamıza sirayet ederse, yeni yetişen nesil bunu çok hızlı satın alacak ve uygulamaya geçecektir.
Örnek verecek olursak, Microsoft ve IBM gibi Dünya devi işletim sistemi ve bilgisayar üreticileri, bugün onların varoluşları sayesinde varolan Google’dan daha değerli değil! Başka bir örnekte hiçbir elektrik üreticisi marka olmadığı halde, elektriği ileten kablo, şalt malzeme vb. birçok marka mevcut.
Ticari sırrım dediğim konuyu ele alırsak, elektrik üretildi, dağıtıldı; beyaz eşya, klima, makine, sistem ve teçhizat gibi birçok yerde kullanıldı. Peki bunların elektrik dalgalanmalarından, yıldırımdan korunmasını ne sağlıyor? Ya da bir Banka ATM’si, yazarkasa, laboratuvar cihazı gibi hassas elektronik kartların nötr-toprak voltajının 1V olmasını kim sağlıyor? Kısacası Dünya’da icad edilmiş, pazar elde etmiş ama eksikleri olan, açıkları olan yüzlerce marka ve iş var. Buralara yönelmek doğru olacaktır.
Markalaşmada mikro ölçekte yapılması gereken şeylere gelirsek, ilk olarak ürün veya hizmet, gerekiyorsa kamu tarafından sipariş verilerek şirketin maddi olgunluk kazanması sağlanmalıdır.
En önemli şeylerden biri de uluslararası platformlarda veya toplantılarda bizzat Devlet Başkanı tarafından ürünün veya hizmetin kendisi tarafından kullanıldığının anlatılması, mümkünse gösterilmesidir.
Ve bana göre en önemlisi: sinema sektörü. Kitleleri harekete geçirecek bir konuya ürün veya hizmet yerleştirme, ya da kendi konunuzu direkt olarak sinemaya uyarlama ile, tanıtma kabiliyetiniz çok daha yüksek olacaktır. Tabi Dünya ölçeğinde olacaksanız, elbette Hollywood filmlerinde olmalısınız. Bunları başaran, ilk yüzde göreceğimiz bir Türk inşallah olacaktır…
Basit tedbirler bazen hayat kurtarır. Ailemize, işimize, çevremize yapacağımız en güzel yatırım, onları koruyucu tedbirlerdir. Trimbox ve GNDSeries ile elektrik kaynaklı hasarlardan ve buna bağlı elektrik kontağı yangınlarından korunabilirsiniz.
Hızlı iletişim kurarak, detaylı bilgi için biz sizi arayalım;
Whatsapp : +90 555 014 24 23